Advert
Advert

16 Ekim – Giyotinle Kraliçeler, Darbeyle Partiler, Nükleer Bombayla İnsanlık

16 Ekim – Giyotinle Kraliçeler, Darbeyle Partiler, Nükleer Bombayla İnsanlık

Yayınlanma Tarihi : Google News
16 Ekim – Giyotinle Kraliçeler, Darbeyle Partiler, Nükleer Bombayla İnsanlık

16 Ekim – Giyotinle Kraliçeler, Darbeyle Partiler, Nükleer Bombayla İnsanlık

Bugün 16 Ekim. Takvimler 289. günü gösteriyor, yılın bitmesine 76 gün kalmış. Kulağa az geliyor ama değil — bu ülkede 76 günde bir hükümet değişebiliyor, bir genelge iptal edilebiliyor, hatta bazen aynı gün içinde üç ayrı açıklama yapılabiliyor.
Yani takvimde kalan gün değil mesele, o günleri nasıl yaşadığın


Viyana’dan Giyotinin Gölgesine

1529 yılında Kanuni Sultan Süleyman, o muhteşem ihtişamıyla Viyana kapılarına dayanmıştı. Ama ne yazık ki o kapılar “bir daha gelmeyin” dercesine kapalı kaldı. Osmanlı ordusu kuşatmayı kaldırdı.
Viyana alınamadı belki ama tarih bir gerçeği yazdı: gücün de bir sınırı var.
Bugün hâlâ bazıları kendi küçük krallıklarında, “ben ne dersem o olur” diye geziyor ama tarih hep aynı cevabı veriyor: “Olmaz efendim, o işler öyle yürümüyor.”

1793’te ise Paris sokaklarında bir giyotin yükseldi. Kraliçe Marie Antoinette, o meşhur “Ekmek yoksa pasta yesinler” cümlesiyle tarihe geçti — ki o cümleyi gerçekten söyleyip söylemediği hâlâ tartışmalı.
Ama fark etmez. Halkın karnı açsa, tahtlar sallanır.
Giyotin, krallıkların değil adaletsizliğin sembolü olmuştu.
Bazen düşünüyorum da, bizim memlekette giyotin olmasa da kelimeler keskin…
Kimi insanı bir tweet’le infaz ediyoruz, kimini linçle asıyoruz. Aradan 232 yıl geçmiş ama zihniyet aynı: “Sen bizden değilsen, senin kafan gitmeli!”


Topkapı Sarayı Açılıyor: Tahtlar Artık Müze

1924 yılında Topkapı Sarayı kapılarını halka açtı. Yani bir dönemin padişahlarının sarayı, bir dönemin halkının müzesi oldu.
Bu olay aslında küçük bir detay değil: Osmanlı’nın sembolü olan bir yapı, Cumhuriyet’in simgesine dönüştü.
Yani geçmişle gelecek arasında ince ama onurlu bir çizgi çizildi o gün.

Bugün müzeye bilet alırken, o kalın taş duvarların ardında kimlerin hangi kararları verdiğini düşünmeden edemiyorum.
Belki o tahtın üstünde oturan bir padişah, “Bu halk beni seviyor mu?” diye düşünüyordu.
Bugün ise aynı soru, sosyal medya takipçi sayısıyla ölçülüyor.
Zaman değişti evet ama iktidarın psikolojisi hiç değişmedi.


Çin Atom Bombasını Patlattı, İnsanlık Yine Sınıfta Kaldı

1964 yılında Çin ilk atom bombasını patlattı.
Bir ülke daha “Biz de insanlığı yok edebiliriz” kulübüne katıldı.
Yani insan aklı, bir kez daha kendi sonunu alkışladı.
“Barış için nükleer caydırıcılık” denilen o ironik cümle o günden beri dillerde.
Yani “barış istiyoruz ama önce biraz bomba patlatalım” kafası.
Ne kadar tanıdık değil mi?
Bugün bile her devlet “güvenlik” adı altında yeni silahlar üretirken, dünyada güvensizlik büyüyor.


12 Eylül’ün Uzantısı: Siyaset Mezarlığı

1981, 12 Eylül Darbesi’nin ardından çıkan bir kanunla Türkiye’deki tüm siyasi partiler feshedildi.
Mal varlıkları hazineye devredildi.
Bugün o malların kime, nasıl devredildiğini sormak hâlâ tabu.
Ama şu gerçeği unutmamak lazım:
Bir ülkenin partilerini kapatmak, aslında halkın sesini kısmaktır.
Ve bu topraklarda sesini kısamadığın her halk, şiir yazar, şarkı söyler, sonra da sandıkta hesap sorar.

Ama ne yazık ki aradan geçen yıllara rağmen, biz hâlâ siyaseti fikirle değil, kavgayla yapıyoruz.
O gün darbeciler susturmuştu, bugün troller susturuyor.
Tek fark, artık cop yerine klavye var.


Nobel Sahnesi: Bir Afrikalının Zaferi

1986 yılında Wole Soyinka, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.
İlk Afrikalı ödül sahibiydi.
Yani “dünyanın sözü beyaz adamın tekelinde değildir” mesajını verdi.
Bence o ödül, sadece bir yazara değil, sömürülmüş tüm kıtalara verilmiş bir cevaptı.

Bugün bizim edebiyatçılar hâlâ telif kovalarken, dünyanın öte yanında bir yazar kalemiyle kolonyalizme meydan okudu.
Bizim edebiyatımızda hâlâ “kopyala-yapıştır romanlar” dolaşırken, o adam Afrika’nın acısını şiirle, tiyatroyla, felsefeyle taşıdı.
Demem o ki; ödül değil, söz kutsaldır.
Sen o sözü doğru söylersen, tarih seni ödüllendirir zaten.


Marie Antoinette’ten Memduh Ün’e: Bir Gün Herkes Sıraya Girecek

Bugün doğanlar, ölenler arasında bir başka dikkat çeken isim de Memduh Ün.
2015 yılında aramızdan ayrıldı.
Hem futbol oynadı hem film çekti.
Hem bir sahnenin hem bir setin yıldızıydı.
Birçok kişi onu “Fatma Girik’in hayat arkadaşı” olarak tanıdı ama bence Memduh Ün, Türk sinemasının kendi hikâyesini yazan adamlarından biriydi.
Bugün YouTube’da kısa skeçler çekip “film yaptım” diyenlere bakınca, onun o emeği, sabrı ve gerçek sinema aşkı daha da anlamlı geliyor.


Tarih Tekerrür Etmez, Biz Tekerrür Ederiz

İnsanlık olarak çok şey yaşadık; krallar devrildi, darbeler yapıldı, bombalar patladı, ödüller verildi, kraliçeler idam edildi.
Ama hiçbirinden ders almadık.
Bugün hâlâ aynı hataları yapıyoruz.
Tek fark, artık saraylar mermere değil betona,
giyotinler keskinliğe değil cehalete,
iktidarlar halka değil algoritmalara dayanıyor.

Yani tarih değişmedi, sadece dekoru yeniledik.
Bir yanda hâlâ “halk ekmek kuyruğu”, diğer yanda “lüks araç filosu”.
Bir yanda “adalet arayanlar”, diğer yanda “yargı kararı beklemeden linç edenler.”

Bazen diyorum ki, 2025 yılında bile Viyana önlerindeyiz aslında.
Kapıyı çalıyoruz ama giremiyoruz.
Çünkü o kapının anahtarı bizde değil, bilgide, vicdanda, adalette.


Son Söz

Bugün 16 Ekim, tarihte onlarca olayın yaşandığı bir gün.
Ama benim için her tarihte bugün yazısının özeti şu:
Geçmişi okumak, bugünü anlamak için bir bahanedir.
Yeter ki satır aralarına sıkışmış o gerçeği görebilelim.

Marie Antoinette, Kanuni, Wole Soyinka, Memduh Ün...
Hepsi kendi çağının aynasıydı.
Bizim aynamız da bugünkü sosyal medya, sokak, ekran, haber bülteni.
Kimi zaman parlak, kimi zaman karanlık.
Ama hep aynı soruyu soruyor:
Ne öğrendin insanlık?

begendim
0
Begendim
bayildim
0
Bayildim
komik
0
Komik
begenmedim
0
Begenmedim
uzgunum
0
Uzgunum
sinirlendim
0
Sinirlendim

Yorum Gönder

Yorumlar