19 Ekim – Zamanın Gölgeleri Arasında Bir Gün

19 Ekim – Zamanın Gölgeleri Arasında Bir Gün

Yayınlanma Tarihi : Google News
19 Ekim – Zamanın Gölgeleri Arasında Bir Gün

19 Ekim – Zamanın Gölgeleri Arasında Bir Gün

Bugün 19 Ekim
Takvim yapraklarına göre yılın 292. günü (artık yıllarda 293.), yıl sonuna tam 73 gün kalmış.
Bu cümleyi yazarken bir yandan tarihe, bir yandan da kendime bakıyorum.
Her “Tarihte Bugün” yazısında olduğu gibi, bu kez de sadece geçmişin olaylarını değil, bugünün halini, ruhunu, iç çekişini de anlatmak istiyorum. Çünkü tarih dediğin şey, sadece olmuş bitmiş bir şey değildir; biziz aslında, tekrar tekrar yaşanan biz…


Tarihin Tozlu Raflarında Bugün

Bugün sayfalara baktığımda karşıma Zama Muharebesi çıkıyor. M.Ö. 202 yılında Roma Cumhuriyeti ordusu, Kartaca ordusunu yenmiş. İnsan düşünmeden edemiyor: Binlerce yıl sonra bile “galip gelenler”in adını öğreniyoruz ama “kaybedenler”in hikâyesini kim anlatıyor? Belki de tarih, hep güçlülerin kaleminden yazılmış bir zafer ilahisidir.

1448 – II. Murat’ın Kosova Zaferi.
Tarihi zaferler, sanki bir ulusun ruhunu canlı tutan hatıralar gibidir ama bana kalırsa asıl zafer, kendi içindeki savaşını kazanan insanın zaferidir. II. Murat savaş meydanında kazanmış, peki biz? Biz kendi iç savaşlarımızda kaç kere mağlup düştük?

1781 – Yorktown Muharebesi.
George Washington ve Comte de Rochambeau komutasındaki birlikler, Britanya ordusuna karşı kesin bir zafer kazanıyor. Yani o gün Amerika doğuyor, bir ulus doğuyor.
Bizdeyse o gün, henüz bir ulus bile yok. Ama bak, yüzyıllar sonra hâlâ bağımsızlık, özgürlük, adalet diyoruz. Belki de insanlık hep aynı döngüde: birileri zincirleri kırarken birileri yeni zincirler örüyor.

1987 – Londra Borsası çöktü.
50 milyar sterlinlik değer kaybı. Bir günde…
Borsanın çöküşü bana hep hayatın kırılganlığını hatırlatır. Bugün elindekine güvenirsin, yarın rüzgâr ters eser. İnsan da öyle değil mi zaten? Kimi zaman bir söz, bir terk ediş, bir ayrılık…
Bir anda her şeyin değeri düşüyor.
Ama sonra, tıpkı borsa gibi, kendini yeniden inşa ediyorsun.

1960 – 6–7 Eylül Olayları davası başlıyor.
Bir ülkenin hafızasında kapanmayan yaralar vardır. Bizdeki gibi…
Toplum olarak geçmişimizle yüzleşmekten hep kaçtık. Ama yüzleşmedikçe yara kabuk bağlamıyor, kabuk bağlamadıkça da sürekli kanıyor.
Tarih, suskunların değil, konuşamayanların hikâyesidir.

Ve bir başka satırda görüyorum:
1945 – Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi açılıyor.
O yıllarda bilim, eğitim, ilerleme bir heyecan sebebiydi. Bugünse bilim insanları linç ediliyor, üniversiteler liyakatten çok sadakatle doluyor.
Ne diyordu Nazım Hikmet:

“Dünyayı verelim çocuklara, bari bir günlüğüne…”
O çocuklar büyüdü ama dünya hâlâ aynı karanlıkta.


Doğanlar, Ölenler ve Geçip Gidenler

Tarihin bugünkü sayfası doğumlarla dolu:
Umberto Boccioni, Lewis Mumford, John Le Carré, Michael Gambon, Okan Buruk, Burak Güven, Evander Holyfield
Bir de nice bilinmeyen insan: o gün doğdu, yaşadı, sevdi, öldü.
Bize düşen, onların yaşadığından bir ders çıkarabilmek.

Bir satırda Jonathan Swift’in ölümünü görüyorum (1745). “Gulliver’in Gezileri”nin yazarı…
İnsanı en iyi hicivle anlatan adamlardan biri. Eğer bugün yaşasaydı eminim Türkiye’yi bir haftada roman yapardı.
Başka bir satırda Alija İzetbegović var, 2003.
Bir cümlesiyle yıllardır aklımda:

“Müslüman olmak kolaydır ama adam olmak zordur.”
Bugün etrafıma baktığımda, onun ne kadar haklı olduğunu bir kez daha anlıyorum.

Ernest Rutherford, Cesare Lombroso, Camille Claudel, Şemsettin Günaltay
Hepsi bir gün bu dünyadan gitti.
Ve biliyor musun, onların hepsinin arkasında bir “ama” kaldı.
Bizim de kalacak.
Kimi bir satırla anılacak, kimi bir hatayla.


Zamanın Durağında

19 Ekim benim için sadece bir tarih değil.
Bir dönüm noktası gibi.
Takvimdeki bir günün içini doldurmak istedim. Çünkü bazen insanın kendi tarihini yazması gerekiyor.
Hani diyorlar ya “Tarih tekerrürden ibarettir.”
Ben de diyorum ki, insan tekerrür etmeyi bırakmadıkça tarih değişmez.

Bugün yılın son düzlüğüne girdik.
73 gün sonra yeni bir yıl başlayacak.
Kendime soruyorum: “Bu yıl gerçekten yaşadın mı Osman?”
Bir sürü plan, bir sürü hedef, bir sürü “yarın başlarım”…
Ama zaman dediğin, seni beklemiyor.
Kaldığın yerde kalırsan, tarih seni geçiyor.


Bugün Türkiye’de Olmak

19 Ekim 2025…
Bir yanda hayat pahalılığı, bir yanda huzursuzluk.
İnsanlar hâlâ ay sonunu getiremiyor ama televizyonlarda hâlâ “büyüyen ekonomi” anlatılıyor.
Büyüyen ne?
Zenginle fakir arasındaki uçurum.
Benim gibi memurlar sabah 08.30’da işe gidip 17.30’da dönüyor, sonra kalan vakitte yazmaya çalışıyor.
Bir yanda tarih yazanlar, bir yanda tarih kadar yorgun olan bizler.

Bazen düşünüyorum:
Zama Muharebesi’ndeki Kartacalı askerle,
1987’deki borsa yatırımcısı arasında ne fark var?
İkisi de yıkıldı, ikisi de inandı, ikisi de kaybetti.
Ve belki de ikisi de sabah yeniden kalktı.
İnsan hep aynı hikâyeyi farklı yüzyıllarda oynuyor.
Kimi zaman zırh giyiyor, kimi zaman takım elbise.
Ama yenilgi hep aynı acıda yankılanıyor.


Yılın Son 73 Günü

Her yılın sonuna doğru içimde bir muhasebe başlar.
Bu kez daha derin.
Sigara, alkol, alışkanlıklar, bağımlılıklar, pişmanlıklar
Hepsi birer borsa çöküşü gibi.
Ama bu kez yeniden doğmak istiyorum.
Artık “kurtulmak” değil, “dönüşmek” istiyorum.
Minimalizm, sadelik, özgürlük
Sadece evdeki eşyaları azaltmak değil, ruhumda bir yer açmak.
Kendime bir yer.
Belki de bugünün anlamı bu: geçmişin yükünü bırakıp kendi tarihini yeniden yazmak.


Tarihten Öğrendiğim Üç Şey

  1. Güçlü olan değil, direnen kazanır.
    Roma, Kartaca’yı yendi ama Kartaca hâlâ tarih kitaplarında bir onurla anılır.
    Çünkü yenilse de cesurdu.

  2. Para her şeyi satın alır ama zamanı asla.
    Londra Borsası çöktü, yüz milyarlar gitti ama kimse bir günü bile geri alamadı.

  3. Kendinle yüzleşmezsen, tarih seni affetmez.
    6–7 Eylül Olayları bunun en acı örneği.
    Bugün hâlâ benzer nefret, öfke, ayrımcılık hortluyor.
    Demek ki yüzleşmedik.


Şimdi

Saat 19.00 civarı.
Keşan’da hava erken kararıyor.
Sokağın ucundan biri simit satıyor, uzaktan bir köpek havlıyor.
Ben bu satırları yazarken, geçmişle gelecek arasında bir köprüde oturmuş gibiyim.
Bir yanda John Reed, bir yanda Alija İzetbegović, bir yanda ben.
Hepsi farklı yüzyıllar ama aynı mücadele: “Kendin olma mücadelesi.”

Yıl bitmeden yapılacaklar listesi yok elimde.
Artık “plan” değil, “an” var.
Yazmak, düşünmek, sorgulamak…
Ve biraz da susmak.
Çünkü bazı günler sadece susmak da bir eylemdir.


Son Söz

Bugün 19 Ekim.
Belki senin için sıradan bir gün,
belki de benim için bir dönüm noktası.
Ama biliyorum ki takvimdeki her tarih, içimizde bir şeyin yıldönümü.
Bir hatırlayış, bir vedalaşma, bir başlangıç.

Benim için 19 Ekim,
“zamanın elinden tutmak” günü.
Geçmişin gölgesine takılıp kalmadan, bugünü hakkıyla yaşamak günü.
Bir daha gelmeyecek anlara “yarın yaparım” dememek günü.

Çünkü tarihte bir satır olmak değil mesele;
kendi hayatında bir anlam bırakmak mesele.

Bugün Kosova Zaferi kadar kararlı,
Yorktown kadar özgür,
Black Monday kadar gerçek,
ama Camille Claudel kadar kırılgan hissediyorum.

Ve belki de tam bu yüzden hâlâ yazıyorum.
Çünkü yazan, direnir.
Çünkü hatırlayan, kaybolmaz.
Ve çünkü 19 Ekim, bir gün değil, bir farkındalık anıdır.


Osman Coşkun
benosmancoskun.com
— 19 Ekim 2025, Keşan

begendim
0
Begendim
bayildim
0
Bayildim
komik
0
Komik
begenmedim
0
Begenmedim
uzgunum
0
Uzgunum
sinirlendim
0
Sinirlendim

Yorum Gönder

Yorumlar