9 Ekim: Zamanın Defterinde Bir Gün
Merhaba sevgili okur,
Bugün 9 Ekim. Takvime göre yılın 282. günü. Yıl bitimine sadece 83 gün kalmış.
Düşünsene, bir yılın neredeyse son düzlüğündeyiz. Kimimiz hâlâ Ocak’taki umutlarıyla yaşıyor, kimimiz çoktan Aralık’taki muhasebeye başlamış durumda.
Benim için 9 Ekim, takvimdeki bir tarih değil; geçmişin yankılarını bugüne taşıyan bir durak.
Her “Tarihte Bugün” yazısında olduğu gibi, bugünü de sadece olayları sıralayarak değil, biraz ruhuyla, biraz ironisiyle, biraz da hayatın içinden cümlelerle anlatmak istiyorum.
Çünkü tarih dediğimiz şey, sadece eski defterlerin tozu değil; bugünün aynası, yarının da habercisidir.
Miladi takvime göre bugün yılın 282. günü.
Ve her yılın bu günü, dünyada bir yerlerde bir kapı kapanmış, bir kapı açılmış, bir insan doğmuş, biri ölmüş, biri devrim demiş, diğeri teslim olmuş.
Bu yüzden tarih, “bugün ne olmuştu?” sorusundan daha fazlasını sorar:
“Bugün biz neredeyiz?”
İşte o yüzden, gel birlikte bakalım 9 Ekim’in haritasına; ama sadece olaylara değil, o olayların bugüne bıraktığı izlere de.
Yıl 1238.
İspanya’da Jaime I, Valensiya’yı alarak Valensiya Krallığı’nı kuruyor.
Yani Avrupa’nın güneyinde o dönem yine kan, taht ve din karışımı bir siyaset sahnesi var.
Bu arada düşün: O gün Valensiya’da surlar yıkılırken, Anadolu’da Selçuklu saraylarında şairler aşk dizeleri yazıyordu.
Tarih böyle bir şey işte; biri fetheder, diğeri yazıya döker.
1264’e geldiğimizde Kastilya Krallığı, yüzyıllar boyu Müslümanların yönettiği Jerez de la Frontera’yı alıyor.
Bu, Endülüs medeniyetinin gerileyişine atılan bir çentik.
Bugün hâlâ o topraklarda ezan sesi yerini çan sesine bırakmışsa, işte o dönüşümün tarihidir 9 Ekim.
Ve 1446... Kore’de Hangul alfabesi yayımlanıyor.
Düşünsene, bir milletin dili yeniden doğuyor.
Bu olay bana şunu düşündürüyor: Bir dilin harfleri değişirse, sadece yazı değil, düşünce biçimi de değişir.
Bizdeki Harf Devrimi de aynı cesaretin ürünüdür; çünkü bir milletin kimliğini yeniden tanımlamak kolay iş değildir.
1829’da Friedrich Parrot ve ekibi Ağrı Dağı’nın zirvesine ilk kez tırmanmayı başarıyor.
Ağrı Dağı, sadece bir dağ değildir bizim için; efsanelerin, dinlerin, gizemlerin dağıdır.
Parrot’un tırmanışı aslında insanın merakına yazılmış bir marş gibidir.
Bugün bile o dağa bakan biri sadece taş ve kar görmez; içinde “ulaşılmaz olanın” çağrısını duyar.
Ve o gün, belki farkında olmadan “insanın sınırlarını zorlama” tarihine bir sayfa eklenmiştir.
Bugün Mars’a giden araçların, Ay’a inen insanların kökleri, işte o Ağrı Dağı’na tırmanan cesur ruhta gizlidir.
1854, Kırım Savaşı’nda Sivastopol Kuşatması başlıyor.
Rusya, İngiltere, Fransa, Osmanlı…
Dünyanın “büyük” dediğimiz devletleri, küçük bir liman şehrinde güç gösterisi yapıyor.
Bugün Ukrayna’nın adı yeniden savaşla anılıyorsa, işte o günlerin mirasıdır bu.
Tarih bir türlü mezarına giremiyor, hâlâ aynı coğrafyada aynı senaryoyu sahneliyor.
1888’de Washington Anıtı resmen açıldı.
Yeni bir cumhuriyetin, kendi “kurucu babasına” saygı duruşu…
Ama benzer bir hikâye bizim topraklarımızda da yaşanıyor.
Çünkü 9 Ekim 1944’te, Başbakan Şükrü Saracoğlu, Anıtkabir’in temelini atıyor.
Yani bugün, Anıtkabir’in temeli atılalı tam 81 yıl oluyor.
Ve ben her 9 Ekim’de, o temelin sadece beton değil, bir milletin özgürlük bilincinin temeli olduğunu düşünürüm.
Bugün hâlâ Anıtkabir’e çıkan bir çocuk, farkında olmadan o temel üzerine yürüyor.
Yani 9 Ekim, sadece bir tarih değil, Cumhuriyet’in kalbinin atmaya başladığı gündür.
1962’de Uganda, İngiltere’den bağımsızlığını ilan ediyor.
Afrika’nın özgürlük rüzgarı o yıllarda esiyor.
Tüm sömürgeler birer birer zincirlerini kırıyor.
Ve bu, sadece bir ülkenin değil, insanlığın “eşitlik” kavgasının tarihidir.
Bugün hâlâ dünyanın birçok yerinde insanlar “özgürlük” için yürüyorsa, o tohumlar işte o günlerde atıldı.
Ve 9 Ekim 1967...
Latin Amerika dağlarında bir ses susuyor.
Ernesto “Che” Guevara, Bolivya’da yakalandıktan bir gün sonra idam ediliyor.
Bir kurşun, bir ideali susturabilir mi?
Hayır. Çünkü Che hâlâ duvarlarda, tişörtlerde, kitaplarda ve kalplerde yaşıyor.
“Devrim” kelimesi belki bugün moda olmaktan çıktı ama “adalet” duygusu hâlâ diri.
Her çağın bir Che’si vardır; sadece kılığı değişir.
Yıl 1971.
Deniz Gezmiş ve 17 arkadaşı, 9 Ekim günü idama mahkûm ediliyor.
Henüz gençler, henüz idealist, henüz “başka bir Türkiye mümkün” diyebilecek kadar cesurlar.
Bugün o çocuklar yok ama onların hayali hâlâ yüreklerde.
Ve biz, her “Tarihte Bugün” sayfasında o satırları okurken, aslında kendi vicdanımızla da hesaplaşıyoruz.
1981 yılında Fransa’da ölüm cezası kaldırıldı.
Ne kadar ironik değil mi?
Bir ülke “yaşam hakkını” yücelttiği gün, başka bir coğrafyada insanlar hâlâ “yaşamak” için sokakta.
Bu yüzden 9 Ekim bana hep şunu hatırlatır:
İlerleme sadece teknolojiyle değil, vicdanla da ölçülür.
1997’de İtalyan oyun yazarı Dario Fo, Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.
Oyunlarında halkı, adaleti ve sistemi sorgulayan bir yazar...
Tam da bugünün Türkiye’sinde ihtiyacımız olan ses.
Ve 2007’de Albert Fert ve Peter Grünberg, “Dev Manyetik Direnç” üzerine çalışmalarıyla Nobel Fizik Ödülü’nü aldı.
Bugün sen bu yazıyı telefonunda okuyorsan, o teknoloji onların çalışmaları sayesinde mümkün.
Yani 9 Ekim, sadece tarih değil, bilimsel bir teşekkür günüdür.
2006’da Google, YouTube’u 1,65 milyar dolara satın aldığını açıkladı.
Düşünsene, bugün herkesin gündeminde olan o platform, o tarihte resmen Google ailesine katıldı.
Ve biz, o günden sonra artık “seyirci” değil, “içerik üretici” olduk.
Yani 9 Ekim, dijital devrimin de milatlarından biridir.
Bugün seninle bu yazıyı okurken, ben de aslında o devrimin bir parçası olarak yazıyorum.
benosmancoskun.com, işte o dijital dünyanın kalemlerinden biri artık.
Ve bu bana, tarihin ne kadar dönüşebildiğini gösteriyor.
9 Ekim sadece ölümlerle değil, doğumlarla da anlamlı bir gün.
Bak kimler doğmuş bugün:
John Lennon (1940), Rahmi Koç (1930), Guillermo del Toro (1964), PJ Harvey, Barış Arduç, Bella Hadid...
Kimi sanatla, kimi iş dünyasıyla, kimi müzikle dünyaya iz bırakmış insanlar.
Ben bazen düşünüyorum; acaba birinin doğum günü, bir başkasının ilham günü müdür?
Belki bugün bir çocuk doğuyor ve ileride onun adı da bu listelere eklenecek.
Tarih, bu yüzden asla kapanmayan bir defterdir.
9 Ekim’de aramızdan ayrılan isimler arasında Che Guevara, Oskar Schindler, Yusuf Atılgan, Anna Freud, Andrzej Wajda, Haluk Akakçe gibi isimler var.
Yani sanat, siyaset, psikoloji, direniş ve edebiyat hepsi bu tarihte bir şekilde birbirine dokunmuş.
Özellikle Yusuf Atılgan…
“Anayurt Oteli”nin o sessiz adamı Zebercet gibi, o da yalnızlığın dilini en iyi anlatanlardan biriydi.
Ve ölümünün üzerinden yıllar geçse de, cümleleri hâlâ diri.
Belki de bu yüzden “ölüm”, sanatçılar için bir son değil, sonsuzluğa atılan imzadır.
9 Ekim’in her satırı bir dönüşümü anlatıyor:
Bir yerde alfabe doğuyor, bir yerde krallık yıkılıyor, bir yerde insanlık vicdanını hatırlıyor.
Bu yüzden ben her “Tarihte Bugün” yazarken sadece geçmişi değil, bugünü de yazdığımı hissediyorum.
Bugün Türkiye’de internet sansürleri, ekonomik krizler, sanatta baskılar konuşuluyor.
Ve ben bu yazıyı yazarken düşünüyorum:
Tarih, sadece olanı kaydetmez, olması gerekeni de fısıldar.
Belki de o yüzden 9 Ekim bize diyor ki:
“Bir harf değiştirirsen dilin, bir fikir değiştirirsen kaderin değişir.”
Sevgili okur,
Her günün bir ruhu vardır.
9 Ekim’in ruhu bana göre direniş, yeniden doğuş ve hatırlama üzerine kuruludur.
Bugün hem Che’nin devrimini, hem Atatürk’ün Anıtkabir’ini, hem de Yusuf Atılgan’ın sessizliğini hatırladık.
Her biri bize şunu öğretiyor:
Zaman geçse de, doğru cümleler eskimez.
Ve bazı tarihler, takvimden çok bir bilinç hâline gelir.
Bugün 9 Ekim.
Bir yılın 282. günü ama bin yıllık bir hikâyenin devamı.
Sen bu yazıyı okurken belki kahveni yudumluyorsun, belki bir moladasın, belki de sadece “bugün ne olmuştu” diye merak ettin.
Ama bil ki tarih, tam da bu anlarda yazılıyor.
Kalem bizde, defter zamanın kendisi.
Yorumlar