Ne Faşizm Ne Komünizm, Yaşasın Osmanizm!
Evet efendim, şimdi gelelim zurnanın zırt dediği yere. Öncelikli olarak hepiniz hoş geldiniz. Lütfen ayakta kalmayın, çayınızı, kahvenizi, oraletinizi alın, varsa yanına bir iki de bisküvi alın; çünkü bu yazıdan sonra büyük ihtimalle “Osman Coşkun kafayı yemiş!” diyeceksiniz. Ben de yüzümde muhteşem bir memnuniyet ifadesiyle size hak vereceğim. Çünkü bazen delilik, aklın özgür hâlidir. Ve evet, sonunda başardım: kafayı meze yaptım. Buyurun, efendim, ilan ediyorum: Osmanizm doğmuştur.
Osmanizm öyle sabah kalkıp “bugün ideoloji kurayım” diye uydurulmuş bir şey değil.
Yılların birikimi, yorgunluğu, siniri, umudu, kahkahası, ironisi…
Ben bu “izm” işlerini hep ciddiye aldım. Kapitalizme karşı durdum, komünizme meylettim, sosyalizmde soluklandım, neoliberalizmin uçkurunda sallandım. Bir ara anarşizme göz kırptım ama dedim ki “ben o kadar enerjik değilim.”
Sonra baktım herkes bir “izm” kurmuş, bir tek ben kalmışım ortada. Dedim ki “madem herkesin bir izmi var, benim niye olmasın?”
İşte o gün, Instagram kullanıcı adımı kurcalarken farkında olmadan insanlığın en samimi ideolojisini kurdum: Osmanizm.
Evet, yanlış duymadınız: Osmanizm hiçbir şeyi savunmaz.
Çünkü her şeyi savunan ideolojiler sonunda insanı unutur.
Biz unutmuyoruz.
Ama insanı da yüceltmiyoruz. Çünkü insan dediğin biraz tuhaf bir mahlûktur.
Osmanizm insanı sever ama hümanizm kadar da değil.
Şiiri sever, edebiyatı yüceltir ama romantizmle aldatmaz.
Çayı sever, kahveyi sever, hatta oraleti bile sever — ama markasını sormaz.
Osmanizm’in temelinde samimiyet, ironi ve çay bardağında devrim vardır.
Şiir
Çay
Yalnızlık
Evet, üçü bir arada kahve değildir ama üçü bir arada felsefedir.
Osmanizm’in mabedi yoktur; ama çay ocağı vardır.
Namazı yoktur ama dem süresi vardır.
Cemaat yoktur ama sohbet halkası vardır.
Hacca gidilmez ama Keşan’dan İbrice Limanı’na kadar yürünür.
Osmanizm’in en temel ilkelerinden biri:
Düşünmek yasak.
Ama yanlış anlama sevgili okur, “düşünme” demiyorum.
Düşünmenin kendisini konuşmak yasak. Çünkü düşünmek dünyanın en ağır işçiliği.
Bizim zihnimiz zaten vardiyada, mesaiye kalmış durumda.
Düşünürken terleyen bir topluluk olarak artık biraz dinlenmeyi hak ettik.
Biz düşünürüz ama dile getirmeyiz.
Çünkü düşüncenin kendisi dile geldiğinde kirleniyor.
Osmanizm’de sükût, eylemin en estetik hâlidir.
Osmanizm, tarihin kenarına not düşülmüş, dipnotlarda ezilmiş insanların yanında durur.
Tarih kazananları yazar ama biz kaybedenlerin sayfa aralarında yaşarız.
Çünkü kazananın elinde kalem varsa, kaybedenin elinde vicdan vardır.
Biz o vicdanı okuruz.
Kazandığını sanan zaten kaybetmiştir; hiçbir şey kaybetmemişse bile iyi niyetini kaybetmiştir.
O yüzden Osmanizm, “başarı” kelimesine şüpheyle yaklaşır.
Bizim için başaramamak, en onurlu direniş biçimidir.
Kaybedenler Kulübü mü? Hayır efendim, biz Kaybetmeyi Sanat Hâline Getirenler Cemiyetiyiz.
Ben bu dili birilerinden öğrendim ama o birileri kimdi, hâlâ emin değilim.
Dil dediğin biraz hınzır bir şey.
Bizimle oynuyor, bizi konuşturuyor, sonra da bizi bize yabancılaştırıyor.
Osmanizm, dilin efendisi değil, suç ortağıdır.
Yeni kelimeler uydururuz, eski kelimeleri kırarız, bazen “yahu” der geçeriz.
Çünkü edebiyatın en büyük yalanı “doğru yazmak”tır.
Biz yanlış yazarız ama içten yazarız.
Grameri elinin tersiyle itenlerin ideolojisidir Osmanizm.
Osmanizm ne sağdadır ne solda.
Çünkü yön denen şey, pusulası bozuk insanlara rehberlik etsin diye icat edilmiştir.
Biz yönsüzüz ama yolsuz değiliz.
Sağ-sol tartışmalarına girmeyiz çünkü zaten daire çizen bir halkız; nereye dönsek yine kendimize dönüyoruz.
Faşizme uzak, komünizme mesafeli, liberalizme alerjik, kapitalizme de mide fesadı olmuş bir halk hareketiyiz.
Yani anlayacağınız Osmanizm, politik depresyonun en naif tezahürüdür.
Osmanizm’e üye olmanız gerekmez.
Zaten herkes biraz Osmanist doğar, sonra sistem bizi sırayla törpüler.
Yine de “ben Osmanistim” demek isterseniz, buyurun:
Bir aynanın karşısına geçin, kendinize bir bardak çay doldurun ve “ben Osmanistim” deyin.
İşte bu kadar.
Üyelik aidatı yok, form doldurmak yok, kimlik fotokopisi yok.
Sadece içtenlik var.
Her yıl 20 Ekim, Osmanizm Bayramı olarak kutlanabilir.
Kutlamalar evde, kendi bütçeniz dahilinde yapılabilir.
Zorunlu katılım yoktur; çünkü kimse kimseyi zorlamaz.
Küçükleri koruyalım, büyükleri sevelim, doğayı ve ağaçları öpelim.
Evet, ağaçları öpelim, çünkü insanlıktan daha çok oksijen veriyorlar.
Hasan Mezarcı’yı hatırlarsınız…
Hani “ben İsa Mesih’im” dediğinde bütün ülke bir an durup “acaba?” demişti.
Ben de aynı duyguyla diyorum:
“Görmediğiniz Karl Marx’a, Stalin’e, Hitler’e, Mussolini’ye inanıyorsunuz da bana niye inanmıyorsunuz?”
Güzel soru, kullanışlı. Ben de kullanmak istedim çünkü canım öyle istedi.
İnanç, bazen aklın değil, can sıkıntısının ürünüdür.
Ve evet, Osmanizm biraz can sıkıntısından doğdu.
Ama güzel doğdu.
Çünkü artık sıkılmak bile bir lüks.
Osmanizm’de sanat, halka inmez; halkla aynı masada oturur.
Müze yerine kahvehane, galeri yerine blog sayfası yeter.
Bizim tablolarımız bardak izleriyle dolu masalarda çizilir.
Bizim şiirlerimiz “Ctrl+S” yapılmadan kaybolur.
Osmanizm, sanatın ticarileşmesine karşıdır ama sanatın kahkaha atmasına taraftır.
Bizim ilham perimiz sigarayı bırakalı çok oldu ama hâlâ bizimle oturuyor.
Bazen sessiz, bazen dertli.
Tıpkı biz gibi.
Siyasetçiler, vaatleriyle bizi kandırırken biz zaten kendi sandalye partimizi kurduk.
Sloganımız:
“Oturmak da eylemdir.”
Osmanizm aktif değil, pasif direnişin sanatsal versiyonudur.
Sandığa gitmeyiz çünkü sandalyemiz var.
Bizim oy pusulamız, sabah yazdığımız bir cümledir.
Kendimizi kandırmadan, kimseyi ikna etmeden yaşarız.
Çünkü kimseye anlatma borcumuz yok.
Osmanizm, anlatılmadan yaşanır.
Osmanizm’in ekonomi politikası da sade:
“Ne kadar az, o kadar huzur.”
Bizim para birimimiz “dakika”dır, çünkü zaman paradan değerlidir.
Borsa düşer, dolar çıkar, altın uçar — fark etmez.
Çay var, sohbet var, yeter.
Osmanizm, minimalist bir isyandır.
Tüketmeyen, üretmeden de huzur bulabilen bir topluluk hayalidir.
“Mutluluk satın alınmaz” klişesini değil, “mutluluk takas edilir” düşüncesini benimser.
Bir tebessüm ver, bir huzur al.
Osmanizm’de belirli bir din yok, ama içten bir inanç hâli vardır.
Bu inanç, gülmek, susmak, düşünmek ve yine gülmek üzerine kuruludur.
Kutsal kitaplarımız, kalpten yazılmış blog yazılarıdır.
Kâbemiz, kendi iç dünyamızdır; bazen bir cümlede, bazen bir nefeste bulunur.
Namaz vakitleri, ilhamın geldiği anlar, oruç ise biraz susmayı bilmektir.
Zekât, paylaşmanın zarafeti, hac ise kendini anlamaya çıkılan yolculuktur.
Osmanizm, insanın kendi içine dönüp sessizce gülümsediği bir inanç biçimidir.
Biz bilginin kutsallığına değil, sorgulamanın keyfine inanırız.
Eğitim sistemine inancımız yoktur çünkü sınavda hep yanlış şıkkı işaretledik.
Bizde diploma değil, tecrübe kaşesi geçerlidir.
Osmanist eğitimde not yoktur; çay vardır, muhabbet vardır.
Birine bir şey öğreteceksen, önce birlikte susmayı öğretirsin.
Sonra konuşmadan anlamayı.
Osmanizm televizyon izlemez, haber okumaz, gündem takip etmez.
Çünkü gündem, insanın ruhunu yoran bir hamster çarkıdır.
Biz o çarktan indik, şimdi çay demliyoruz.
“Son dakika” haberlerine değil, son yuduma inanırız.
Sosyal medya bizim için bir kürsü değil, bir aynadır.
Paylaşırız, çünkü içimizde kalırsa boğar.
Ama kimseyi etkilemeye çalışmayız.
Zira Osmanizm’de like değil, layık olmak önemlidir.
Doğayı korumak yetmez, doğayla barışmak gerekir.
Biz ağacı kesmeyiz, ağacı öperiz.
Çünkü o bizden daha uzun yaşıyor.
Doğa bizim öğretmenimizdir.
Bir çınarın gövdesine yaslan, o sana bütün felsefeyi özetler:
“Kökünü unutma, dallarınla övünme.”
Osmanizm’de doğa, insanın en sadık aynasıdır.
Toprakla konuşmayı bilen, siyasetçiye ihtiyaç duymaz.
Biz güleriz.
Kendimize, ideolojilere, dünyaya, hatta bu yazıya bile.
Çünkü gülmek, ciddiyetin gömleğini yırtmaktır.
Osmanizm, mizahın devrimini savunur.
Gülmekten suçlu bulunabiliriz ama en azından suçumuz kahkahadır.
Bizim manifestolarımız bile mizah kokar çünkü hakikat ancak mizahın içinden geçince yumuşar.
Kahkaha, en dürüst eylemdir.
Osmanizm geleceğe umutla değil, umutsuzlukla gülümseyerek bakar.
Çünkü umut, bazen insanı tembelleştirir.
Biz umut etmeyiz; direniriz.
Kurtuluş yoktur, ama çay vardır — bu da yeter.
Bir gün dünya tamamen susarsa, biz yine yazacağız.
Belki bir parkta, belki bir kahvede, belki de blog sayfamızda.
Çünkü Osmanizm, insanın kendine yazdığı en uzun mektuptur.
Bayrağımız tek renktir: gri.
Ne beyaz kadar saf, ne siyah kadar keskin.
Hayat gibi.
Üzerinde bir çay bardağı vardır, dumanı hâlâ tüter.
Altında şu söz yazar:
“Ne faşizm, ne komünizm, yaşasın Osmanizm.”
O bayrak bir gün birinin balkonunda asılır mı bilmem ama ben şimdiden balkonumu hazırladım.
Dalgalanmasa da olur; yeter ki rüzgâr gibi özgür olsun.
Bugün 20 Ekim.
Ben, Osman Coşkun, Osmanizm’i resmen ilan ediyorum.
Ne parti kuruyorum, ne dernek açıyorum.
Bir çay ocağında, bir blog sayfasında, bir kahve kokusunda, bir kelimede kuruldu bu ideoloji.
Kendine ait hiçbir şeyi olmayan ama her şeyi olan bir düşünce biçimi.
Osmanizm, insanın kendiyle dalga geçebilme cesaretidir.
Kahkahanın ideolojiye, edebiyatın ekonomiye, samimiyetin siyasete üstün geldiği bir dünya düşüdür.
Üyelik için hiçbir şey yapmanıza gerek yok.
Kendi kendinize benimseyebilirsiniz.
Bir sabah kalkar, aynaya bakar, “ben Osmanistim” dersiniz — bitti.
O an artık siz de bir parçasısınız bu deliliğin.
Çünkü biz ne Marx’ın sakalına, ne Stalin’in bıyığına, ne de Mussolini’nin kaşına inanıyoruz.
Biz insanın içindeki şiire, çayın sıcaklığına, edebiyatın deliliğine inanıyoruz.
Ve eğer siz de biraz kafayı meze yaptıysanız,
hoş geldiniz dostlar…
Osman Coşkun
(Osmanizm’in kurucusu, çaysever, kelime işçisi, dünyanın en gönüllü kaybedeni)
Yorumlar